23 Şubat 2013 Cumartesi


MODERNİZMLE OLAN SERÜVENİMİZ

Günümüzde birbirini tekrar eden imgelerin bolluğu, sıradanlaşıp, sıkışması, sanatın tasarımlaşması tartışmaları devam ederken, temsil meselesinin sonuna işaret eden soyutlama eğiliminin, bir serginin kavramsal içeriğini oluşturması birçok soruyu beraberinde getiriyor. MOMA’da düzenlenen ‘Soyutun İcadı’ sergisi için yazdığı katalog metninde Hal Foster “hiçbir şey dünya çapında tarihsel olmayı iki kez başaramaz”[1] diyerek soyutun geliştirilecek süregelen bir gelenek olarak değil, sanatçıların geçmişten yaptıkları bir alıntı olarak günümüz sanatında devam ettiğini vurguluyor. Geçmiş sanatsal biçimlerin günümüz sanatında ortaya çıkmasına yabancı değiliz. Son yirmi yıldır, alıntılama sanatı, çağdaş/güncel sanatın[2]  içinde yerleşik bir anlatım dili haline geldi. Hatta artık yasallaştı. Alıntılama sanatını, son otuz yılın sanatı içinde bir kanon olarak ele alabiliriz. Diğer taraftan, modernizmin formlarını, popülerleşmiş sembollerini kendine mal ederek kullanma stratejisini neredeyse sıradan bulabiliriz. Ama yine de henüz tüketilmemiştir ve sürekli olarak farklı sanatsal jestlerde ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte, modernizmin vaad ettiği ütopyaların yenilgisinin postmodernizm içinde eleştirel olmaktan çok nostaljik göstergelerle yer alması da sorunludur. Özellikle modernitenin popüler sembollerini, formlarını kullanmak, eleştirellikten çok onu onurlandırmak anlamına da gelebilir. Modernitenin parçaları farklı şekillerde birçok anlatıda karşımıza çıkar. Bütün bu yaklaşımlar modernite ile olan serüvenimizin devam ettiğinin bir göstergesidir.
İçinde yaşadığımız şu günlerde Türkiye sanat ortamının büyük bir heyecanla Türkiye’nin modernleşme hikayelerini gündemine aldığına tanık oluyoruz. Modernite ile sorunlu ilişki yalnızca bizim coğrafyamızın, kimliklerimizin sorunu değil, dünya sanat ortamında da bu konuyu tartışan pek çok sergi ve yapıt bulunuyor. Özellikle 2000’li yılların ikinci yarısından sonra, geçtiğimiz 7-8 senelik süreçte bu modernite hesaplaşmasının hızı epey artmış durumda.

Türkiye özelinde baktığımızda modernite ile olan sorunlu ilişkimiz başka birçok dinamiği içeriyor gibi. Hasan Bülent Kahraman’ın İstanbul Modern’de hala devam etmekte olan ‘Modernlik? sergisi kataloğunda yer alan ‘Fransa-Türkiye: Modernleşme Temelinde Bir Etkileşim’ yazısı, bu konu üzerine başka dinamikleri de düşünmemizin yollarını açıyor. Modernizm ve Batı kültürü ile entegrasyon süreci söz konusu olduğunda Hasan Bülent Kahraman’ın yazısında vurguladığı, görsel sanatlar ve edebiyat alanındaki “eksik bilinçlenme” tanımı fazlasıyla önemli hale geliyor. Günümüz sanat üretimleri düşünüldüğünde, bu eksik bilinçlenme sorunu ile yüzleşmek yerine onu daha da sorunlu bir biçimde derinleştirerek modernite kavramı ile yüzeysel bir hesaplaşmaya mı girildiği yoksa onu aşarak kendine yeni bir dil mi oluşturduğu sorusu akla geliyor. Sanat dünyasında, şu an, takip edilen, revaçta olan kavramları hızla ele alıp onlara ayak uydurma çabası –eşzamanlığı yakalama çabası ya da geç kalma korkusu- bazen eksik çevirileri de beraberinde getiriyor. Böyle bir yaklaşımı, modern olanı, içinde yaşanılan zaman dilimi içinde artık eskimiş olan referanslarla açıklayan bir sanat tarihi mirasına sahip oluşumuzda etkiliyor olabilir. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme serüveniyle girilen hesaplaşmaların ve bazı algıların hızla tasfiye edilmesinin nedeninin bu olduğuna inanmak istiyorum. Aksi takdirde “eksik bilinçlenmeyi” bir sorun olarak değil bir yöntem olarak kabul ettiğimizi düşüneceğim ki bu çok daha travmatik başka gelecek tasavvurlarını da beraberinde getirecek.
Modernitenin ideolojik ve teknolojik yaklaşımlarının gündelik hayatımıza yansımaları hala devam etmekte. 19.yüzyılın sonunda başlayan soyutlama eğilimi, 20. yüzyılda modernizmin başlıca ifade biçimi olmuş soyut sanat, bu tartışmaları yeniden düşünmemize olanak tanıyan önemli bir gösterge. Soyutlamaya geçiş resim ve heykelin temsil meselesinin sonunu ilan etmesidir. Sanatın kendi içine odaklanması anlamına gelir. Bu bakımdan sanatın soyutlama ile analitik bir gerçeklik arayışına giriştiğini söylemek yanlış olmaz. Hatta bu arayış kimi zaman betimlemenin ardına geçilerek, dünyanın temel gerçekliğine ulaşılabileceği yanılgısına kadar gider. Sanatın analitik gerçeklere doğru ilerleme fikri kadar sezgiselliğin korumasının da önemi bundan sonraki dönemlerde tekrar kendini gösterir. Soyut sanatın bir icat mı bir keşif mi olduğu gibi soruları yeniden düşünmemize olanak tanıyan bu sergi, soyutlama eğiliminin farklı örnekleri çerçevesinde modernizimle olan serüvenimizi hatırlatıyor.

                                                                                                Özgül KILINÇARSLAN


[1] Hal Foster, Moma’da Soyutun İcadı, çev.Nur Altınyıldız Artun, e-skop bülten, 19/02/2013 .

[2] Contemporary art için hem çağdaş sanat hem de güncel sanat çevirileri kullanılıyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder