modernlik soyut ilişkisinde kültürel politikanın, coğrafyamıza monte ettirilmesi için 90ların soyut furyasının bağlantı elemanı olduğunu düşünüyorum.
bu yazı bahsettiğim bağlantı hakkında önemli bilgiler veriyor.
http://www.e-skop.com/skopbulten/ciain-soguk-savas-silahi-olarak-soyut-ekspresyonizm/1280
20 Mayıs 2013 Pazartesi
23 Şubat 2013 Cumartesi
MODERNİZMLE OLAN
SERÜVENİMİZ
Günümüzde
birbirini tekrar eden imgelerin bolluğu, sıradanlaşıp, sıkışması, sanatın
tasarımlaşması tartışmaları devam ederken, temsil meselesinin sonuna işaret
eden soyutlama eğiliminin, bir serginin kavramsal içeriğini oluşturması birçok
soruyu beraberinde getiriyor. MOMA’da düzenlenen ‘Soyutun İcadı’ sergisi için
yazdığı katalog metninde Hal Foster “hiçbir şey dünya çapında tarihsel olmayı
iki kez başaramaz”[1]
diyerek soyutun geliştirilecek süregelen bir gelenek olarak değil, sanatçıların
geçmişten yaptıkları bir alıntı olarak günümüz sanatında devam ettiğini vurguluyor.
Geçmiş sanatsal biçimlerin günümüz sanatında ortaya çıkmasına yabancı değiliz. Son
yirmi yıldır, alıntılama sanatı, çağdaş/güncel sanatın[2] içinde yerleşik bir anlatım dili haline
geldi. Hatta artık yasallaştı. Alıntılama sanatını, son otuz yılın sanatı
içinde bir kanon olarak ele alabiliriz. Diğer taraftan, modernizmin formlarını,
popülerleşmiş sembollerini kendine mal ederek kullanma stratejisini neredeyse sıradan
bulabiliriz. Ama yine de henüz tüketilmemiştir ve sürekli olarak farklı
sanatsal jestlerde ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte, modernizmin vaad
ettiği ütopyaların yenilgisinin postmodernizm içinde eleştirel olmaktan çok
nostaljik göstergelerle yer alması da sorunludur. Özellikle modernitenin
popüler sembollerini, formlarını kullanmak, eleştirellikten çok onu
onurlandırmak anlamına da gelebilir. Modernitenin parçaları farklı şekillerde
birçok anlatıda karşımıza çıkar. Bütün bu yaklaşımlar modernite ile olan serüvenimizin
devam ettiğinin bir göstergesidir.
İçinde yaşadığımız şu
günlerde Türkiye sanat ortamının büyük bir heyecanla Türkiye’nin modernleşme
hikayelerini gündemine aldığına tanık oluyoruz. Modernite ile sorunlu ilişki
yalnızca bizim coğrafyamızın, kimliklerimizin sorunu değil, dünya sanat
ortamında da bu konuyu tartışan pek çok sergi ve yapıt bulunuyor. Özellikle 2000’li
yılların ikinci yarısından sonra, geçtiğimiz 7-8 senelik süreçte bu modernite
hesaplaşmasının hızı epey artmış durumda.
Türkiye özelinde
baktığımızda modernite ile olan sorunlu ilişkimiz başka birçok dinamiği
içeriyor gibi. Hasan Bülent Kahraman’ın İstanbul Modern’de hala devam etmekte
olan ‘Modernlik? sergisi kataloğunda yer alan ‘Fransa-Türkiye: Modernleşme
Temelinde Bir Etkileşim’ yazısı, bu konu üzerine başka dinamikleri de
düşünmemizin yollarını açıyor. Modernizm ve Batı kültürü ile entegrasyon süreci
söz konusu olduğunda Hasan Bülent Kahraman’ın yazısında vurguladığı, görsel
sanatlar ve edebiyat alanındaki “eksik bilinçlenme” tanımı fazlasıyla önemli
hale geliyor. Günümüz sanat üretimleri düşünüldüğünde, bu eksik bilinçlenme
sorunu ile yüzleşmek yerine onu daha da sorunlu bir biçimde derinleştirerek
modernite kavramı ile yüzeysel bir hesaplaşmaya mı girildiği yoksa onu aşarak
kendine yeni bir dil mi oluşturduğu sorusu akla geliyor. Sanat dünyasında, şu
an, takip edilen, revaçta olan kavramları hızla ele alıp onlara ayak uydurma
çabası –eşzamanlığı yakalama çabası ya da geç kalma korkusu- bazen eksik
çevirileri de beraberinde getiriyor. Böyle bir yaklaşımı, modern olanı, içinde
yaşanılan zaman dilimi içinde artık eskimiş olan referanslarla açıklayan bir
sanat tarihi mirasına sahip oluşumuzda etkiliyor olabilir. Bugün Türkiye
Cumhuriyeti’nin modernleşme serüveniyle girilen hesaplaşmaların ve bazı
algıların hızla tasfiye edilmesinin nedeninin bu olduğuna inanmak istiyorum.
Aksi takdirde “eksik bilinçlenmeyi” bir sorun olarak değil bir yöntem olarak
kabul ettiğimizi düşüneceğim ki bu çok daha travmatik başka gelecek
tasavvurlarını da beraberinde getirecek.
Modernitenin
ideolojik ve teknolojik yaklaşımlarının gündelik hayatımıza yansımaları hala
devam etmekte. 19.yüzyılın sonunda başlayan soyutlama eğilimi, 20. yüzyılda
modernizmin başlıca ifade biçimi olmuş soyut sanat, bu tartışmaları yeniden
düşünmemize olanak tanıyan önemli bir gösterge. Soyutlamaya geçiş resim ve heykelin
temsil meselesinin sonunu ilan etmesidir. Sanatın kendi içine odaklanması
anlamına gelir. Bu bakımdan sanatın soyutlama ile analitik bir gerçeklik
arayışına giriştiğini söylemek yanlış olmaz. Hatta bu arayış kimi zaman betimlemenin
ardına geçilerek, dünyanın temel gerçekliğine ulaşılabileceği yanılgısına kadar
gider. Sanatın analitik gerçeklere doğru ilerleme fikri kadar sezgiselliğin korumasının
da önemi bundan sonraki dönemlerde tekrar kendini gösterir. Soyut sanatın bir
icat mı bir keşif mi olduğu gibi soruları yeniden düşünmemize olanak tanıyan bu
sergi, soyutlama eğiliminin farklı örnekleri çerçevesinde modernizimle olan
serüvenimizi hatırlatıyor.
Özgül
KILINÇARSLAN
5 Şubat 2013 Salı
Masterpiece/Mousetrap: Richard Serra'nın Fare Kapanı
Richard Serra'nın New York Federal Plaza'nın önüne mekana özgü olarak yerleştirdiği yatık kemer (Tilted arc)'ının yerleştiriliş ve kaldırılışı ile ilgili olan mesele var. Hakim kültürün kamuya arz ettiği bir yapıt olan heykel Bina çalışanlarınında olduğu bir grubun itirazı ile mahkeme kararı ile kaldırılıyor, bu heykeli kaldırmak onu ve sosyal fonkiyonunu yok etmek olacaktır diyen Serra, sanatın demokrasi ilişkisine yapılan bir vurguda sanat demokratik değildir demişti.
Scar’ left after Richard Serra’s sculpture Tilted Arc was removed from Federal Plaza, New York, NY. Photograph by © Scott Fajack,1989 |
John Mccracken ve Adnan Çoker
John Mccracken in 1770li yıllarda yaptığı soyut süslemeci resimler le 1990lı yıllarda geliştirdiği minimalist Los Angeles araç ve sörf kültürü ile ilgili resim ve heykeller konunun türkiyedeki yansımaları için ilginç olabilir. Adnan Çoker'in soyut dışavurumcu dönemi ile istanbulun abidevi mimari ritimlerini içeren geometrik soyutları ise modernliğin sonradan monte edildiği bir toplumun kozmikten çok hegemonik yanını mı açığa çıkarıyor?
Adnan Çoker, Hülya Avşar vakasıda bu olayın farklı bir şekilde cereyan ettiği ilginç bir sayfadır.Belkide Amerikan kaynaklı Soyut ve Minimalist sanatın devlet politikaları ile örtüştüğü , modernist bir projenin parçası olma potansiyeli ile aynı politikaların yarattığı popüler garabetlerin çarpışması , hegemonyanın kültürü üst veya pop demeden biraraya getirişinin bir yansıması olabilirmi?
http://www.radikal.com.tr/2000/10/23/yazarlar/ardusk.shtml
Birde bu kültür çatışmasına sanatçı müdahalesi olarak gelişen bir başka olay var.
İnci Furni, Neriman Polat ve Canan Şenol?un, Adnan Çoker?in sergisine izleyicilerin şapka giyerek gelmeleri çağrısı üzerine türbana bürünerek yaptıkları ziyaret. http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=HaberYazdir&ArticleID=927824
John Mccracken/Mandala/1970 |
An installation view of a 2005 solo exhibition in New York |
Adnan Çoker |
4 Şubat 2013 Pazartesi
Dürüst ve samimi cevaplar
``Türkiye'de günümüz sanatında soyut eserlerin yeterince üretilmemesinin nedenleri neler olabilir`` buna dürüst ve samimi bir cevap verilebilecek mi cidden merakla bekliyorum.listede bilmedigim sanatcilar olmakla birlikte, bildiklerim bende soyut sanattan ne anlasildigina dair cok da ufuk acici olmayan bir perspektif üzerine yogunlasildigi kaygisi uyandiriyor. yeterince soyut olamayacak bir sergi yukardaki sorunun cevabi deil zaten olasi sonucu olacaktir."
Sevgili Nazım, samimi duygularla yazdığına inandığım mesajın için teşekkürler. Çünkü insanlar genellikle bu tür konularda susmayı tercih ediyorlar. Sözkonusu soruya ve bağlantılı olarak sorduğumuz diğer sorulara verilebilecek dürüst ve samimi cevapları sanat kamuoyuyla birlikte aramak istiyoruz. Bu amaçla http://saltsoyut.blogspot.com adresinde isteyen herkesin fikirlerini paylaşabileceği, yorum yapabileceği bir blog sayfası oluşturduk. Konuşulanların uçup gitmesini istemiyoruz. Bu yüzden yorumuma bu adreste devam etmek istiyorum.
Evet, listede bilmediğin, "soyut"u ilk kez deneyen (genç) sanatçılar ile adını bildiğin bazı sanatçıların belki de ilk soyut yorumları var. Bu bile Türkiye’de günümüzde
üretilen sanat işlerine baktığımızda izleyici olarak soyut etkileşimli
üretimlerle çok fazla karşılaşmıyor olduğumuz gerçeğini doğruluyor. Serginin sanatçı listesinin oluşturulmasında bu nicel kısırlık nedeniyle oldukça zorlanıldığını da bu arada belirtmekte fayda var.
Yorumuma sana bir soru yönelterek son vermek istiyorum: Serginin "yeterince soyut" olup olmamasından figüratif olmasını ya da soyutlama içermesini mi kastediyorsun?
Hakan Kırdar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)